Wednesday, August 27, 2008

mevsim normalleri

bugun gercekten askili giyen insanlarin usuyebilecekleri bir hava vardi sonunda. yarin da boyle olacakmis sanirim, cuma tabi ki cosacakmis yine.
gecen gun de oglen 2'de evden cikabilecek cesareti kendimde bulmam ile birlikte artik su igrenc rezil yaz denen mevsimden yavas yavas kurtulabilecegimizi hissettim sonunda. bununla beraber tabi ki hemen bahar ve kis mevsimleri icin butun yaz boyu planladigim seyleri birer birer harekete gecirebilmek adina bir iki adim attim.
semsiye aldim. eheh bu degil tabi adim. bol yagmurlu belcika gunlerinde kullanmak uzere bir semsiye aldim olacakti dogru cumle. eveet gidiyorum aralik ayinda 4 gun hollanda, 4 gun fransa 2 gun de almanya'da kalacagim. biletlerimizi aldim. otellere rezervasyon yaptirdim, sehirler ve ulkeler arasi biletleri almadim. thalys ile 15 gun kala almayi planliyorum, paris stuttgart arasi hizli treni baska bir yerden almam gerekecek ama neys.

aralik'a kadar kesinlesmis bir seyahet de turkiye ici, anneanneme isparta'ya yapilacak. her kosulda baska bir sehirde uyanmak guzel bir his. insanlarin varligimdan mutlu olduklarini gormek daha da guzel bir his. bir de hala belirsizligini koruyan madrid/sevilla meselesi var ki, o konuda simdilik dusunmek istemiyorum sanirim.

laylaylom kis geliyor, yasasin da yasasin!

Tuesday, August 26, 2008

7

tam karsi dairemizin girisinde onlarca ayakkabi, acik camlardan gelen dua sesleri, kapinin onunde 'her sey bos' konusmalari.

kendimi anne babasinin kavga edisini duymamak icin muzigin sesini acan cocuklara benzettim tv ekraninda hizla artan volume cizgisini gorunce.

Tuesday, August 19, 2008

vapur kullanma kilavuzu

yildiz'da okurken de gayet hoslanmazdim vapur yolculuklarindan. hatta herkes 'aa ne guzel yildiz mi oh pufur pufur vapurla gidersin. simdi olsa da binsek' falan dedikce, iyice anlamsiz bulurdum bu tur konusmalari. cunku genelde bu tur cumleler kuran insanlarin kafalarindaki vapur seyahati muhtemelen aksamustu bir saatte bir yerden bir yere yetisme telasi olmadan yapilan yolculuktur. oysa okul ve is gibi nedenlerle vapur kullanan insanlar bilirler ki kis aylarinda sabah 9'dan onceki, aksam da 6'dan sonraki vapurlarda icerde oturabilmek, yazin ise bahsettigim zaman araliklarinda disarida yer bulabilmek icin iskeleye epey erken gitmek gerekir. bu da yaklasik yarim saatlik yolculugu 45 dakikaya cikarmak icin yeterli bir sebeptir.

peki ama iskeleye erken gitmek yeterli midir? tabi ki degildir. bir kere kapilarin onunde garip bir kalabalik olusur. ne zaman hangi kapinin acilacagi belli olmamakla beraber karakoy iskelesinde kadikoy vapurunun iskelenin hangi tarafina yanasacagi da cogu zaman degisir. ozellikle yaz aylarinda iskele onunde bekleyen kalabaligin arasinda durmak neredeyse imkansizdir. bir de bu kalabalik genelde insan gibi vapura binmeyi bilmez. kapi acildigi anda herkes birbirini ezmeye baslar. daha da delirdigim bir nokta ise eger ki bir sekilde yanlislikla bu kalabaligin arasina girmek zorunda kaldiysam, onumdeki kisi ile belirli bir mesafe birakirim ama tabi ki turk halki oyle personal space'den falan anlamaz bizim o adinda bolca culture gecen derslerimizde ogrendigimiz gibi. hoop arkadan biri gelir senin onune gecer, daha da nefes alinamaz bir hale getirir ortami. bir sekilde kapi acildiginda insanlar vapura dogru yoneldigi anda yolun ortasinda duranlar vardir bir de. arkasindan gelen onlarca insana aldirmandan, 'haydi kardes ben bir sonrakini bekleyecegim, gorusuruz' diyerek vedalasmaya baslarlar. siz de tabi ki arkadan sizi itenler ve onde vedalasanlar arasinda kalirsiniz ama kimsenin umrunda degildir.

bir sekilde vapura bindiniz diyelim, sigara yasagindan once zaten sigara icmeyenlerin disarida oturmak gibi bir hakki yoktu. neyse ki simdi bizim gibiler de yukarda oturabiliyor artik. ici yenilenmis bir cok vapurda acik ustte otururken tek kisilik yerler hazirlanmasina ragmen henuz gercekten nedenini anlayamadigim bir sekilde uc kisilik koltuga bes gibi oturmak zorunda kalabiliyorsunuz. ust acigin altindaki kapali kisim nispeten daha az insan barindirdigi icin tercih edilesi fakat konum itibari ile tuvalete olan yakinligindan nasibini aliyor koku bazinda.

inerken de yeni mucadeleler bizleri bekler tabi ki. bir kere insanlar erkenden vapurun iskeleye yanasacagi tarafta beklemeye baslar. burada da yine o cok sevdigim bosluklari doldurma taktigi ile insanlar birbirlerinin onune gecer ve nefes almasina engel olurlar. iskele verilmesini beklemeden atlamaya calisanlarin ardi arkasi kesilmedigi icin gorevli adam iskeleyi bir turlu vapur ile bulusturamaz. bir sekilde iskele geldikten sonra da insanlar dunyanin bilinen en eski kurallarindan biri olan fermuar yani bir sagdan bir soldan kuralini hice sayarlar. kadinlara yol vermek falan diye bir sey yeryuzunde zaten yoktur. mumkunse erkekler iskeleden inmeli kadinlar direk denize dokulmelidir.

neyse bugun butun bu vapur yolculuklarina nefret duymama neden olan olay aslinda direk vapurda gerceklesmedi. sadece vapurla bitmiyor ne yazik ki. bunun tunel'e dogru yurudugum yolda uzerime saksi dusuren adamindan, karakoy alt gecidinin merdivenlerinden yukari cikarken bir anda onumde durup yol tarafi etmek icin kaldirdigi elini alnima geciren adamina kadar cesitli ornekleri var. bu sabah ise yasli bir amca bildigin omuz atti bana. hem de sag tarafimdan gecirdigi icin sola dogru devriliyordum. ben bu ulkede insanlarin herhangi bir ortamda siraya girmesini falan beklemiyorum zaten. sira bekledigim her ortamda bir sekilde surekli olarak sagdan soldan kimin kaynayacagini hesap etmekten yeterince yoruldum. ama sabah vapura binmeden guvenlik kontrolunden gecerken olusan 15 kisilik sirayi hadi gormedigini iddia ediyorsun, bir insana carpip ittigini de mi fark etmiyorsun be amca? hayir bir de 'bi dakika ben geciyorum itmeyin' falan deyince, 'ozur dilerim bayan cok ozur dilerim, gormemisim buyruuuuun' falan yapiyor ve ben ortamda herkesin cikcikladigi, yasli bir amcaya yer vermemis terbiyesiz genc kiz olarak etiketleniyorum.

yani simdi her gun trafikte saatlerce can cekisen arkadaslarimi falan dusunuyorum gercekten evden ise vapur ve tunel ile gitmek hakkaten bulunmaz bir nimet. karayolu kullanmadan iki nokta arasini gidebilmek ve dahasi her gun kac dakika sureceginden emin olabilmek istanbul icin gercekten bir mucize. ama bir yandan da her gun bin cesit turk halki sacmaligina maruz kalmak da yorucu.

Monday, August 18, 2008

saclar baslar

aksam eve girerken apartmanin kapisinda ust kat komsumuzun kizi ile karsilastim. bu evde 7 senedir oturuyorum. bir uc bes sene once, komsularimiz ile iletisim kurdugumuz donemlerde kizcagizin zorla bizim yanimiza postalanmisligi, kardesimin basina resim, benim basima da ingilizce dersi almak icin eksimisligi mevcuttur. yani bir suredir kizi taniyoruz ve ben de kardesim de kendisinin evrimini hayretle izliyoruz. hatta bu yuzdendir ki ben bugun kiza 'nasil gecti sinavin?' dedigimde lise giris sinavlarindan bahsederken, kardesim israrla bunun universite oldugunu dusunmus. 

simdi tutup da hakkaten 25 yasinda bir insan olarak 'bizim zamanimizda boyle degildi canim ortaokul ogrencileri. aaa biz hic boyle degildik cik cik cik' falan yapmayacagim. henuz 14 yasindaki bir insana gore farkli bir kusaktan geldigimi dusunmuyorum. ve fakat anlayamadigim sey bir insanin 12 yasindan beri sacini boyatabiliyor olmasi. benim sacim boya degil, 50 yasindaki annemin de degil ve kendisi omru hayatinda boya yaptirmamis. benim gerekcem basit. useniyorum. ne renk sececek, ne sectigim rengin yakismasi icin model begenecek enerjim yok. suradan suraya kahkullerimi kestirmeye gitmeye bile useniyorum kuafore. ha sanilmasin ki saclarima ozen gostermiyorum. her gun dusta maskeler mi dersin, kurutmadan serumlar, kuruttuktan sonra besleyici spreyler mi istersin hepsi mevcut masallah. usendiklerim, icine baska insanlarin dahil olduklari. benim istemim disinda gelisen ve zamanla zorunlu hale gelen seyler. dip boyatmak, sac boyatmak, kestirmek gibi. henuz bunlari kendi kendime yapmayi basaracak durumda degilim, eh insan da sevmedigime gore... iyiyiz biz boyle saclarimla.
gelelim ust kat komsu kizina. bu insan 12 yasindan beri neden kendi ten rengini kullanmaz da devamli bir bronzluk icindedir, neden surekli saclarinin rengi degisir ve neden boyle koton'un genc kiz markasi oje gibi bir yerden giyinmez de, annesi ile ayni yerlerden alisveris yapar?
tabi butun bunlari sadece aklimdan gecme hizi ile yazana kadar dusundum. bu uc dakikalik zaman araligi disinda da 'banane ya elalemin komsusundan da kizindan, keske gecenin bu saatinde yazacak daha iyi bir seyim olsaydi' dedim icimden.

bu arada kizin sinavi iyi gecmemis, cunku kaydirmis. aklima bizim liseden bir kiz geldi, o da sinavinin kotu gectigini itiraf etmek yerine kaydirdigini soylemisti. sonra dil mezunu olmasina ragmen istek - yeditepe kontenjanindan yararlanarak siyaset bilimi ve uluslararasi iliskiler okumustu o donemde baraji zor gecen butun donem arkadaslarim ile birlikte. neyse ya ben var ya hic bir sey demiyorum.

serdar ortac bilgeligi

gecen aksam eve dogru yururken bir grup genc insana rastladim. kosedeki surgulu bakkalin az ilerisinde bir apartmanin girisine oturmus, ellerinde kutu efesler, hem iciyor hem de cep telefonlarindan dinledikleri sarkiye eslik ediyorlardi. sarki uc yuz metre oteden bir serdar ortac bestesi oldugunu belli eden cinstendi. fakat benim dikkatimi ceken 15-16 yasindaki genclerin buyuk bir uzuntu ile sarkinin 'hayat beni neden yoruyorsun?' kismina anira anira eslik etmeleri oldu. dedim ki 15-16 yasindaki insanlar hayat tarafindan ne kadar ve ne bicimde yorulmus olabilirler ki bu kadar boyle kaldirimlara oturup efkarlaniyorlar.

sonra eve girdim, beni bekleyen iki bag semizotunu ayiklama maratonumun son iki saatine girmisken, ben de icimden 'sevgili hayat, beni neden yoruyorsun? semizotunu neden hazir almiyoruz da ayiklamak zorunda kaliyoruz?' diye gecirdim. demek ki serdar ortac'a gonulden eslik etmek icin sebze pisirmek de yeterli bir kosulmus.

Thursday, August 14, 2008

ve hayat renksel hatalari affetmez hic.

gecen hafta cok sevdigim mavi topuklularim ile birlikte, sirf degistirmeye usendigim icin yine cok sevdigim ve cok rahat kullandigim siyah cantami almistim yanima. ve o gun disari cikarken kesin birilerine yakalanacagimi, kesin mavi ayakkabi ile siyah cantayi birlikte kullandigim icin cezalandirilacagimi dusunmustum. o gun, o topuklular ile yokus inmek zorunda kaldigimda o gunku cezamin ne oldugunu anlamistim.

bu sabah yine cikmadan soyle bir mavi ayakkabilara bakip ardindan cantamin da masmavi olmasina ragmen kotun altina topuklularin o kadar iyi gitmeyecegini dusunup, dun kardesimin getirdigi yeni ayakkabilara yoneldim. hem kendisi mavi canta ile uyumlu, hem de uzerimdeki tshirt ile ayni renkti. dunya uzerinde bilinen en buyuk gerceklerden biri adidas da olsa her ayakkabi ilk seferinde acitir. dolayisi ile once evde bir kac tur attim, varsa rahatsiz edici yanlari, hemen belli belirsiz yara bantlari ile donatacaktim ayaklarimi. herhangi bir problem yoktu ta ki evden cikana kadar. evden ciktiktan sonra ayakkabi sokagi inletecek sekilde ses cikarmaya basladi. geri donup cikarmaya da usendim. 'bizim sokak sessiz ondan yanki yapiyor iskeleye inince oralar kalabalik, anlasilmaz' diye dusundum ama yok. parmak ucu, topuk falan gibi degisik stillerde yurumeyi denedim, fayda etmedi. sonuc olarak yine bir usengeclik yuzunden bugun bu ayakkabilarla gecenin bir vaktine kadar sokaklari inletmek ile cezalandirildim. thanks for nothing!